22 Kasım 2014 Cumartesi

Uçtum, Dişlerim Döküldü

Önceleri çok uçardım rüyamda, şimdi hiç uçtuğumu görmüyorum.Daha çok korkunç kabuslar görüyorum.Kim getiriyor bu tür şeyleri aklımıza hiç bilmiyorum.Ama şöyle bir kanıdayım; uçma fikrini aklıma ilk(!) sokan, uçan sihirbaz David Copperfield oldu, ondan önce Galata'dan atlayan Deli Evliya Çelebi, ondan önce de galiba kuşlar.Bir de hiç kuşkusuz ki herkesin gördüğü diş dökülmesi olayı; ne kadar korkutucu!Rüyanızda hem uçup hem de dişlerinizin döküldüğü oldu mu hiç?Ben hiç yaşamadım böyle bir şey, sanırım ikisi de bilinç altımızda farklı konuları simgeliyor.Geleneği yine bozmayacağım.

Uçmak, yerde olmaya hiç benzemiyor.Uçabilseydik hiç bir engele takılmadan yol alabilirdik.Ama yerdeyken hem yoruluyoruz hem de önümüze bir çok engel çıkıyor; kayalar, çakıllar, dağlar tepeler, uçurumlar...Bu engelleri aşmamız için insan zorlanıyor çoğu zaman canı yanıyor.Bunları zaten biliyorsun.

Diş dökülmesi peki?İnsan doğarken de yaşlanıp ölürken de henüz sahip olmadığı ve kaybettiği bir şeyi var diş.Vücudumuzda dilimizin değmesiyle her zaman varlığını hissettiğimiz ve duygusal olarak aramızda bir bağ da var; hiç bir silahımız yoksa dişlerimiz var yanımızda, korunmak ve istediğimizi elde etmek için; diş geçirir, diş sıkar, dişlerimizi gösteririz deyimleri gibi, hayvansal bir savunma mekanizması...Düşünsene annemizi emdiğimizde, annemizin bitmek üzere olan sütüne karşılık dişlerimiz oluşmaya başlamıştır o dönem, emersin gelmez, bir de ısırıyım bakiim niye akmıyo bu süt dersin, tee bebekken daha başlar yani buna bağımlılık.Bir de çıkarken bi kaşınır ki, eziyet.Sonra ennemizin memesini ısırdık diye cezalandırır bizi vücut; belli bi yaştan sonra yerine daha sağlam dişler çıkar.Çıkar çıkmasına da dökülürken çok acı veriyor, işte o zaman başlıyor diş düşürme korkusu.Bir de yaşlıların takma dişleriyle karşılaştığımız travma var; yaşlılık!Bunları da biliyorsun.

Eee hepsini biliyorsun, bilmediğin bunun rüyalarında görüp hayatına nasıl bağlıyorsun?Rüyanda sürekli uçtuğunu görüyorsan henüz sevişmemişsin demektir.Sevişince saflığını kaybediyorsun, bir başkasına bağlılık duyuyorsun, kendi ağırlığın sana yok denecek kadar hafif gelirken, bir başkasının yükünü taşımak sana ağır geldiği için, havadan daha sağlam bir yere vücudunu dayaman ve destek alman gerekiyor.Sevişmiş ve hala rüyanda uçtuğunu görüyorsan, seviştiğin insana karşı sorumluluk duyma gibi bir gereksinim hissetmiyorsun, özgürsün, rahatsın, kafanda hiç bir sorun yok, her engelin üzerinden bir kanat hareketiyle atlayabiliyorsun demek oluyor bu.Senin hayatına hangisi uyuyor sen karar ver.

Diş dökmesi, sevdiğin değer verdiğin insanları kaybetme korkusunu simgeliyor.Dişinin döküldüğünü gördüğün zamana dikkat et,  ya bir insana yaptığın bir hata olduğunu ve bu hatadan dolayı artık senin yanında olmayacağını  ya da o insanın senden uzaklara gittiğini düşündüğün zamanlar bunlar.Ya da öyle bir durum yaşadın ki savunamadın kendini, zayıf düştün, dişlerin hiç bir işe yaramadı, hayalin de dişlerinle birlikte kırıldı.





18 Kasım 2014 Salı

Freud'un Şeysine Jung İsim Koymuş.

Aynen öyle.Arketip diye bilinmeyen, çok tan var olan ama keşfedilmeyi bekleyen imgeler varmış evrende.Ruh bunu göremiyormuş.İnsanoğlu, aklı, mantığı ve ihtiyaçları doğrultusunda anlamlandırıyormuş.Sonra isim veriyorlarmış bunlara.Anne, baba, bilmem ne, bilmem ne diye sınıflanıyormuş bu imgeler.Freud'un açıklamaya çalıştığı id, ego, süper ego v.s. sonradan 'kollektif arketip' diye şekillenmiş jung tarafından.Bir nevi açıklanamayanı, açıklanamayanla açıklamak gibi geliyor bana.Hatta ve hatta eski din adamları bu arketipleri kullanarak yalnızlık çeken hastalara yardımcı oluyorlarmış.Çivi çiviyi söker misali, bak sen yalnız değilsin senin çektiğin ızdırabın benzerini çeken insanlar da var diyerek.Fakat altını çizmem gerekir ki, "benzeri" kelimesini kullandım, 'acı, yalnız yaşanan tek duygu'.Hiç bir acı birbirine benzemiyor, benzerini yaşıyoruz ama.Çok teknik konulara girmek istemiyorum ki ben, araştırıp öğrenin.Amacım teknik dille konuşmak değil zaten; yazıya azcık ruh katmak istiyorum.

Şu herkesin aynı olduğu şeysine gelince.Aynı fakat, bir yazımda değindiğim gibi parmak izi kadar özgün ve tek.Hepimiz birbirimizin çeşitli türevlerini yaşıyoruz ama özümüzde aynıyız.Neyse bu sizi iyi hissettirecekse, öyle olsun.

Bir sınıfa dahil olma düşüncesi kızdırıyor beni.Maalesef ki öyleyiz, şeklen de bir sınıfa yakıştırılıyoruz; kadın, erkek, insan, hayvan, düşünen, düşünmeyen...Çoğaldıkça ve iletişim arttıkça mitler keşfedilmiş.Kulaktan kulağa bir sanat oyunu...Olamaz mı; olabilir.Şimdilerde her şeyin görsel ve işitsel bir kanıtı var, fantaziye dökemiyorsun olayı.En güzel fantaziler mum ışığında oluşur.Bir gölgedir izlediğin, gerçek diye düşündüğün hissettiğin şeyi, mum ışığının düşürdüğü gölgesinden dinledin mi hiç?Bir başka türevimiz bak şimdi nasıl yaşıyor duvara yansıdığında.

Gölge diyelim mi bu hikayeye, o zaman 'Gölge' konuşmaya başlasın;

Her şey siyah bir noktayla başladı, alev aldığında mum ipi.Görmeye başladın, sıcaktı çok.Yanıp biraz uzaklaştın.Arkanı döndün, karşında iki top üst üste gelmiş gibi görünen bir karanlık.Anahtar deliği mi o?Yok göremiyorsun ki.Daha da yakınlaştın.Hayır sen değilsin o; kendini ilk ne zaman anlamlandırdın?Aynayı bile üretmemiştin daha o zaman.Önce anlamlandırılması gereken şu siyahlık...Hafiften bir rüzgar esiti.Ürktün, elin havaya kalktı, aynı anda karanlıkta da bir çıkıntı belirdi.Şaştın, yine anlamlandıramadığın bir kuvvetle, yumruğunu geçirdin karanlığa, parmakların avuç içine gömüldüğünden, 'yumru' dedin bu harekete, 'yumru' çok yumuşak kalırdı, '-k' ile güçlendirdin, 'yumruk!' oldu sonra.Duvardı hissettiğin, elinden bir sıvı aktı rengini görmediğin.İlk kavganla o zaman tanıştın; 'merhaba, ben korku!'.Korku neydi ki?Ürkmek ve şaşmak...Beyninin olduğunu bile bilmiyordun, bir kuvvet işte bir kuvvet itiyordu seni; anlam aramaya...Öylece oturup bakıtın, zaman kavramı bile yoktu ki senin için.Karanlık sana, sen karanlığa...(Mum nerden çıktı şimdi?).Karanlık git gide kaybolmaya başladı, izledin, mum çoktan bitmiştı fakat aydınlıktı ortam.Ateş yoktu ama yanıyordu bedeninde bir yerin, yumru yaptığın eli gözünün önüne koydu bir kuvvet.Yanıyor ama, daha da kuvvetli bu his; baş harfi olan 'y-' yi çıkardın 'k-' yı koydun.'Kanıyor'...İçinden geliyor bu, senden boşalıyor bu sıvı, kuvvetli olmalıydı; 'K-ırmızı'.Saklanması gerekirdi kendinden akan sıvının, bedeninde kalması...Sen keşfediyordun, bir kuvvet de seni itiyordu.İsimlendirmeye ve bulmaya...Başın bedeninden aşağı kaydı, el gibi ama değil bir çıkıntı daha; 'ayak' ne işe yarar ki bu, birini kaldırdın, indirdin...Sonra diğerini yanına aldın; aynı yerde değilsin artık.Yere değdiği için bu eylemin, kuyruklu 'y-' harfini seçtin; 'Y-ürümek' dedin, yol alıyordun, her bir adımda.Daha da ileri, ileri...Susadın.O neydi ki?Dudaklarını bir şekilde nemlendirmen gerekiyordu, yürüdün ve bir dere kenarında durdun, akıyor bir şeyler ama bu kez senden çıkmıyor bu sıvı, istedin senin olmasını, diz çöküp kafanı eğdin.O ne be?Ne ki bu, hareket eden?Başladın yine o sıvıyı tokatlamaya, aynı anda suyun içindeki yabancı da sana saldırıyordu.Dalgayla kayboluyor, sen durduğunda sana bakıyordu.'Sensin o salak!Ne korkuyorsun?' dedi içinden bir ses.İçindeki ses acaba dışarı da çıkar mıydı?Ağzını dayadın senin olmasını istediğin sıvıya 'S' gibi dalgalı; 'Su' dedin.Kendini izledin, Ayaklarının üstünde durduğunda, görüntü de senden o derece uzaklaşıyordu 'A' gibi; bir 'Ayna' m olmalı dedin kendimi tanımam için diye düşündün.Hani bir kuvvet anlamlandırmaya itiyor ya benliğini.'Benlik' ne demekti?Onu sonraki kuşaklara bırakacaktın, bu kadarı senin için çok fazla!Günler sonra o derenin karşısında senin gibi bir şey daha geldi.Oda senin yaptığının aynısını yaptı.Bu ne 'Hatıra' mı, 'Hayal' mi?Ama sende olup onda olmayan, onda olup sende olmayan bir şeyler vardı.Uzun süre izledin.Boynunun altında iki ayrı çubuk 'H' gibi; 'Hatun' olmalı bu.Karşı tarafta nasıl işler; "bu şeyin benim gibi çıkıntısı var, ama aşağıda ve yatay 'E' gibi; 'Erkek' olmalı bu.".Çok geçmeden bir ağaç devrildi derenin üstüne, sen onun tarafını, o senin tarafını merak ediyordu.Ağacın ortasında ikiniz de durdunuz,Birbirinize engel oluyordunuz.Ne sen ona kıyabiliyordun ne o sana...Birleşelim dediniz, sen benim açığımı kapat, ben de senin...Bu harflerin ikisi de iki koldan açık 'H' alttan üstten, 'E' soldan iki kollu eksik.Birleşmenin bir yolu vardı, sen aradaki çıkıntını feda edecektin, 'H' nin çukurlarını dolduracaktın, 'H' orta yolu bulup aradaki yatay zarını feda edecekti.İki, bir '0' oldu.Sıfırdan başladı her şey.Gölgeleri kovaladınız, birbirinize geçmek çok güzeldi, 'O' hissi çok kuvvetliydi.Sıvılar karıştı bir birine; 'H' de değişmeye başladı görüntü, seninkinden daha geniş ve yayvan bir çıkıntı.'H', 'Sen' mi oluyordu yoksa, ne kadar güçlü, yine çok kuvvetli; 'K-adın'...'Ben' vardı, 'Sen' oldu, 'H' bölündü ovalleşti 'B-iz' oldu.Aman tanrım ne kadar ucu açık bir 'O' bir; 'Ç-ocuk'...

Daha fazla devam edemicem, ardı arkası gelmiyecek şu arketiptiği açıklamanın.Ama sonuç olarak bu; keşfediyor insan!Sonradan...


9 Kasım 2014 Pazar

Bereket Rüyası

Bir gün önce, rüyamda beş tane bebeğimin olduğunu ve üçüz erkek bebeklerimin vahşi bir şekilde katledildiklerini gördüm.Anlam veremedim tabi bunun nasıl bir şey olduğuna.Daha önce bahsetmiş olduğum Rüya Yorumcusu na paralel bir yorum yapacağım yine.

Önce rüyayı anlatayım.Birer yıl haralıklarla çocuk doğuruyorum.İlki kız, ikincisi erkek.Sonrasında da daha yeni doğum yaptığım üçüz erkek bebeklerimin oldu.Toplu halde samanlıkta yaşıyoruz.Samanlığı köyümüzdeki ahırın yanında kerpiçten inşaa edilmiş yüksek tavanlı samanlık şeklinde görüyorum.çevrede vahşi sırtlanlar var.Yeni doğum yapmış halimle bir de işe gitmek zorundayım.Kızım büyümüş saçları omuzlarında kahkülleri var, oğlum çok hareketli, kel, daha altı aylık falan.Üçüz erkek bebeklerimse gözünü daha hiç açmamış.Altı ay aralıkla nasıl olmuş onu bile kestiremedim.Ve hala karnımda bir şişlik, doğurganlığımın had safhasındayım.İşe gitmek zorunda olduğum bir zaman geliyor.Eve döndüğümde bütün çocuklarım bir köşeye savrulmuş büyük olanlar kaçabilmiş, üçüz çocuklarımdan birinin kafasını yemişler biri de boğularak ölmüş, diğeri ise ortalıkta yok, kayıp.Feryat figan insanları başıma topluyorum.Şok geçiriyorum ama kalan iki çocuğumu kucağıma alınca rahatlıyorum.Taşınıyoruz birlikte.Babaları da etrafta yok, ama bir şekilde haberleşebiliyorum ve olan biteni anlatıyorum ona.Nedense normal karşılıyorum bu olayı.Tek odalı yeni evimizde yeni bir hayat kuruyoruz.Çocuklarımı emrizirip uyutuyorum.O kadar güzel uyuyorlar ki.Sonra uyandım.Ama çocukların güzelliği ve şirinliği beni benden aldı.Hepsi sapsarı ve renkli gözlü, sağlıklı ve zar zor taşıdığım kilodalar; topaç gibi çocuklar...

Rüya yorumu: O gün iş arkadaşlarımdan biri çocuğunun rahatsızlığından bahsetmişti.Aşırı kiloları yüzünden şeker hastası olmuş kilo vermeye çalışıyormuş.Ben de uzun zamandır çocuk sahibi olmayı ve olursam nasıl bir anne olacağımı düşünüyorum.Yaş geldi artık güdüsel olarak istiyorum bunu.Dolunay da gelmek üzereymiş, bu zamanlarda bu duyguları daha çok depreşiyormuş insanların.Uzun süreli memleket hasretim de depreşince ve çocuklarım olursa yaz aylarında orada yaşamalarını isteğim gündemde olunca mekan olarak beynim orayı seçti.Ama neden samanlık?Rüyada bebek görmenin yeni haberler, bereket ve yeni fikirler, projeler anlamına geldiğini daha önce biliyordum.Samanlık sıcak ve hayvanları beslemek için yem hazırladığımız bir yer.Çocukları yeni bir oluşum olarak yorarsak, bu oluşumları daha çok beslemeli ve sıcak bir ortamda geliştirmeli fikri geldi aklıma.Ki kafamda bir çok olumlu fikir var, uzun zamandır bunları hayata geçirmeyi bekliyorum.Bunların hepsi kafamda olup bitiyor.Üçüzlerin katledilmesini ise birbirine bağlı isteklerimi gerçekleştirmedeki dış faktörlerin nasıl etki edeceği korkusundan görüyorum.Bir fikir bana çok mantıklı gelmiyor ki bir bebeğin kafası yeniyor.Diğer bebek boğularak ölüyor çünkü o fikir de henüz çok taze ve hayat bulacağı bir ortamı oluşmamış, bu ikisinden sonra nerede olduğu belli olmayan çocuk ise kendiliğinden gelişecek bir zaman sürpriz bir şekilde ortaya çıkacak, olamayacak planlarıma alternatif bir umut kapısının açılacağını gösteriyor.Feryadım ise hayal kırıklığını simgeliyor.Geride kalan büyütmekte olduğum fikirlerime ve bir kısmını hayata geçirdiğim durumlara sıkı sıkıya bağlıyım ve bunlar çok sağlam.

Sonuç itibariyle çok istediğim memlekete gitme planım bu gün suya düştü.Olabilirdi fakat zaman sıkıntısı olduğu için işler sıkışık bir hal alacaktı.Son dakikaya bırakmak işleri bu duruma sokuyor.Daha sonra akılcı bir yol izlemek üzere plan ertelendi ve ertelenmesi daha makul bir sonuç çıkacağını göstermiş oldu.Üçüz bebeklerim bana bunun haberini verdi.Rüyaların telapatik etkisi de var ben doğduğum yerle telepatik bir bağ kurmuş oldum.Anne ve çocuğun birbirlerinin canının yanmasını rüyalarına yansıyarak hissetmesi gibi.Bu annelerde daha çok oluyor.Anneler çocuklarının başına bir şey geleceğini hissedince rüyasında görüyor.Hepimize olmuştur başımıza kötü bir şey geldiğinde o gün ya da ertesi gün annelerimiz tedirgin bir şekilde aramıştır bizi.Bu duruma şaşırdığınız oldu mu hiç?Ben şaşırmıyorum artık.

Sevgiler...


4 Kasım 2014 Salı

Bugünkü Aklım Olsa...

Ne kadar çok kullanırız bunu, dünü düşündüğümüzde.Keşke dediğimiz zamanlar için iç geçirip birilerine anlatırız örnek olsun diye, bir de karşımızdakinin yerine geçeriz; 'yerinde olsam...' diye başlar cümlelerimiz.Başımıza gelmiştir bazen, bazen de o imkana sahip olmanın hayalini kurarız.Neden?

Neden kendimizi olduğumuz gibi düşünüp de, imkanımız varken yapmayıp, imkansızlığın ezimetine kapılırız, iç geçiririz.'Ah...' ederiz hep '...bugünkü aklım olsaydı...' diye başlayan cümlelerimizle yaşantımıza.Ya bir şeylere geç kalıyoruz ya da bir şeyler bize çok erken geliyor.Olacağı varmış ya da olmayacağı şeklinde kabullenmeli miyiz, yoksa mücadele mi etmeliyiz?

Bir hocam, dersinden aldığım kötü not için şöyle teselli ediyor beni; 'bunlar fani şeyler, takmayın kafanıza'.Kafamı çevirip baktığımda, sırada oturan atmış yaşında adam çarptı gözüme.Faniliğin son boyutlarını yaşayan adam, zamanında başarısızlığı yüzünden okuldan atılmış, sonra af çıkmış emekli olmasına rağmen tekrar kaldığı yerden devam etmeye karar vermiş.Benim bezgin bir şekilde, sınav haftalarında not topladığım zamanlar, adamın elinde notlar, sırtında çanta, o masadan o masaya hevesle ders çalışmak için oturduğunu gördüm.'Senin neyine be adam, ununu eleyip eleğini asmışsın, daha ne için uğraşıyorsun?' diye düşünüyor insan.Ne olmuş yani zamanında yapamadıysa; 'keşke' demiş zamanında, 'şimdi...' düşünmüş, 'neden olmasın?' diye karar almış.Bir şeyler için bir zaman pişmanlık duymuş ama fırsatını bulduğunda dört kolla sarılmış.Takdire şayen bir durum.Peki bunu bu adam zamanında neden yapamamış?Gelin bir hikaye yazalım:

(Adamın adı Fani olsun)
Fani daha 17 sindedir.Uzun zaman çalışıp hazırlandığı üniversite sınavı kapısını çalmıştır.Sınava büyük heyecanla girmiştir.Fakat onun için ne okuduğu bölümün ne de gideceği üniversitenin önemi vardır.O dönemde okuma yazma oranının düşük olduğu ve lise mezuniyetinin bile pirim getirdiği zamanlarda üniversite öğrencisi olmak büyük bir lütuftur.Okuma aşkıyla yanmaktadır.Hayalini kurduğu üniversite yaşantısı düşündüğünden çok farklı çıkmış, Fani ailesinin zorlukla para gönderdiği, kitaplarını bile alamayacağı yaşam mücadelesi vermektedir.Okulun sunduğu imkanlar ise sınırlı kalmaktadır, ne kadar uğraşsa da derslerine yoğunlaşamaz ve ailesinin durumunu düşünmekten kendini alamaz.O dönemde kalmak okuldan atılmak anlamına geldiğinden, nitekim bu imkansızlıklardan dolayı kalmıştır.Fani, dünyanın faniliğinin atası olan şimdilerde bakiliğin temsili para kazanmanın yollarını aramaya başlar.Neyse ki lise diploması ona iyi bir işin kapılarını açmıştır.Evlenir, çocuğu olur, çocuklarını güzel okullarda okutur...Bir gün kapısını bir postacı çalar, emekliliğini evde oturarak geçiren Fani'ye gelen mektupla yeni bir dünya kapısı aralanır; öğrenci affı çıkmış Fani tekrardan 17 yaşındaki heyecanla sarılır defterine kalemine...

Yaşadığımız her şey gelip geçerken, sahip olduğumuz hayallerimizin bizimle yaşadığı bir gerçek.Hayalleri bir zaman çerçevesine koymaktansa, düşündüğümüz zamanda gerçekleştirememiş bile olsak, bir gün gerçekleşeceği ihtimalini düşünerek mutlu olmalı insan.

Bu günkü aklın diye bir şey yok.'Bu gün böyle düşünüyorum öyleyse şöyle yaşamalıyım' demek var.Keşke deyip geçmişe takılmanın da bir anlamı yok.Yaptıysan ya da yapamadıysan bir şey o durumun koşullarını değerlendirerek düşünmen lazım.En azından ruhun doysun


Rüya Yorumcusu

Rüya görmüyorum diyen var mı?Görüp hatırlamayan?Hatırlayıp anlatan?Anlatıp anlam bulmaya çalışan?Anlamlandıramayıp kafayı yiyen?Uzun süre etkisinden kurtulamayan?

Hemen hemen hepimiz merak etmişizdir rüyaları, nasıl görüyoruz, 'bu rüya neye delalet ki, hayırdır inşallah' dediğimiz çok olmuştur.Benim için rüya olgusu, Freud okuduktan sonra değişti.Bir bakıma artık anlamlandırabiliyorum gördüğüm şeyleri.Aslında kimi zaman huzur bulduğum rüyaları Freud etkisiyle yorumladığımda basitleşmeye de başladı; büyüsüne kaptıramıyorum artık kendimi.Kendimce bir konuya değineceğim, doğruluğu yanlışlığı tartışılır.Rüyalar da kesinlik kazanmamış tartışılan konulardan olduğundan sıkıntı yok.Okuduklarımdan çıkardıklarım da şunlar:

Rüya görmek insan için gereklilik.Üstün insan olsaydık belki gereklilik olmaktan çıkardı.Duygularımızın çoğunu rüyalarda tam anlamıyla yaşıyoruz.Rüyalar bir nevi bilinç altının ön belleğe vurumu gibi.Gördüğümüz her açıyı piksel piksel, zamanın her sanisesini kaydeden beynimiz, rüyalarla simgesel bir oyun oynuyor bize.Diyor ki; kendini hafife alma, sen mesela sevgi'ye karar verdiğinde aslında onun dışındaki tüm olasılıkları da düşünüyor ama hatırlamıyorsun. Fiziken verdiğin tepki, yaşadığın sosyal çevreye, öğrenilmiş davranışlara, kafanda o anlık kurduğun istatisliklere göre değişiyor.Sen yaşarken görünürde bilmeden tercih ettiğin olayın aslında bir de perde arkası var.Bilinç altına attığın tüm kayıtlar, belli bir dönemde bir şekilde rüyalarında çıkıyor karşına.Beynin yaşadığın dönemin uygun olmamasından dolayı, hatırlamak ve ya hatırlamamak gibi savunma mekanizması kuruyor.Bir şeyi çok mu istiyorsun, rüyanda çıkıyor karşına.Bir insanı çok düşünüyorsun, rüyana giriyor, bir olay seni çok etkiledi yapmak istediklerini yapamadın rüyanda yapıp rahatlıyorsun.Ya da korkuların mı var, rüyalar bunu da çıkarıyor karşına.Mesela; yanından bir adam geçiyor, hatırlanmaya değmeyecek bir insan, kırk yıl da düşünsen aklına gelmez, ama beyin seçiyor, tanımlıyor, tanımladığında o insana karşı bir çok duygu sekmesi karşına çıkarıyor, sen bunlardan değer yargılarına göre yine bilmeden bir seçim yapıyorsun; 'yakışıklı!'.Ardından yakışıklı kelimesi anlamlanıyor kafanda; 'banane ulan, yakışıklıysa yakışıklı allah sahibine bağışlasın!' demiyor beyin, onu bir güzel bilinç altında konumlandırıyor üstüne bir de hikaye yazıyor; yakışıklı adamla ne yapılır?Sahi ne yapılır?Senin hayvansal dürtülerin bilinç altında o kadar yoğun ki, bildiğin kılıfına uyduruyor; onunla güzel çocuklar doğurursun.Güzel çocuk doğurmak için önce ne yapman gerek; çifleşmek!Sen insansı duygularınla buna sevişmek diyorsun, öğrendiğin davranış da aile kurmak diyor, aile olmanın gereklilikleri beliriyor; toplumsal baskılar.Ama gerçekte senin bir sevgilin var. Aaa aa ne ayıp!Beynini hafife almayan biriysen, beyninin bütün bu kayıtları anında kaydettiğini bilirsin.Gelelim rüyana; yanında sevgilin ya da kocan uyurken sen bilmediğin bir silüetle sevişiyorsun.O bilinmedik silüet dediğin senin yanından geçen adam!Ne gülüyosun? Öyle!

Belki de sevgilinle bir anlaşmazlık yaşadın, beynin bunu nasıl değerlendiriyor dersin?Hemen karşılaştırma yapıyor; belki de düşündüğün kadar sevmiyorsundur, hoooop rüyaya geldik; rüyanda o kadar tiksiniyorsun ki sevgilinden, bir daha yüzüne bakmak istemiyorsun!Hatırlarsan bu rüyayı yandın, etkisi geçene kadar ya da sevgilin hoşuna giden bir hareket yapana kadar devam ediyor bu durum.Neyse ki sevgilinin çoğu özelliğinden hoşlanıyorsun, bir gülüşü yetiyor, rüyanın etkisi fazla sürmeden inandığın yaşantına devam ediyorsun.Bir anlık kararsızlığın rüyanla vücut bulup rahatlatıyor seni, bir daha düşünmek mi; o rüyayı zaten görmüştün, cevap bulduğu bir şeyin üstüne gitmiyor artık beyin.

Deneme yapmaya ne dersin?Etkisinde kaldığın bir rüyanı bana anlat, sana kendimce bir yorum yapayım, sonra bu tezin doğruluğu ve yanlışlığını tartışalım olur mu?Daha anlatacak çok şeyim var...

Sevgiler...

3 Kasım 2014 Pazartesi

Fil Etkisi

Çoğumuzda fillerin şans ve bereket getirdiği inancı vardır.Kimi uğur kolyesi diye boynunda taşır, kimi evinde büyükten küçüğe 7 fil sıralar vitrininin üstüne.Bu arada 7 de mukaddes sayılardan biridir.Cennetin yedi kat üstü, cehennemin yedi kat altı gibi...Bunun nereden geldiğini hiç merak ettiniz mi? Ben de çok merak ettim bi bakayım dedim.Evimi süsleyen bu filler, bu araştırmadan sonra hareketlenmeye başladı; sahne sizin filler hadi gösterin oyununuzu...


Tanrının bir yüzü, Şiva, bir gün, dağların kadını Parvati üstüne doğdu. Parvati, gece karanlığından o kadar sıkılmıştı ki, renk renk açacağı günü sabırsızlıkla bekliyordu.Sonunda Şiva karanlığı saf ışığıyla yok etti. Parvati, Şiva'ya teşekkürlerini ona bir oğul vererek sundu.Öyle bir oğuldu ki o; köklerinin tüm bereketini ve asilliğini taşıyordu.Dört kollu, fil başlı bir çocuk...Bir de evcil hayvanı vardı.Bu hayvan çok cahil ve egoist bir hayvandı.Çocuğun bilgeliği ve aklı fillerden gelir.Farenin egosunu ve cahilliğini bilgeliği ve aklıyla bastırırdı.Sahip olduğu gücün daha çocukken farkındaydı.Babasının doğum hediyesi bir balta olmuştu; 'Arzuların sana acı ve ıstırap getirmesin oğul! Yok et tüm engelleri!' dedi.Annesi lotus çiçeği verdi bir eline; 'ruhunu doyur ki mutlu ol!'...Amcası Brahma'ya kamçıyla bağlıydı, en üstün özellikleri de ondan geldi. Hitabeti kuvvetli amcasının nefesi yeğeninin büyük kulakları ile buluşunca, Tanının gücü ona geçti, o artık dünyanın vücut bulmuş haliydi.Alnına bir Trishula takılmıştı ki; zaman, geçmiş, şimdi ve gelecekten bağımsızdı.Bir ayağı dünyaya değerdi, bir ayağı dünyadan öte bir boyuta bağlıydı.Bilgisini paylaşma aşkı vardı içinde.Yazdı da yazdı...En sonunda kalemi yarı yolda bıraksa da vefalı dişi vardı.Dişini kırdı, kırdığı diş parçasıyla yazmaya devam etti. Ganeşa!

"Sen saf farkındalıksın, Brahmansın, 'öz'sün, akıl ve bilgisin, bütün bu dünya senin içinde görünür,sen toprak, su, hava ve ateşsin, Brahma, Vişnu ve Şiva'sın." 
İnsanlar bunu dediklerinde Vişnu'nun koruyuculuğu Ganeşa'nın üstüne geçti.Bir eli açık insanlığa doğruldu, merhametiyle onları kutsamaya başladı.

Ganeşa'nın özellikleri say say bitmez.İyi şansın Tanrısı'dır Hindu inanışına göre.Filler mitolojide bilgeliği ve kozmik hafızayı simgeliyor.Bu tür objeleri aksesuar olarak kullanmak güzel, ama batıl inanç halinde, nereden geldiği belirsiz, sadece şans getirsin inancıyla evimizin bir köşesine koymak ya da boynumuzda taşımak şans getirmiyor ne yazık ki. Şansı kelimeden öte kafada anlamlandırmak gerek.Şöyle bir düşün; bir konuda kararsızsın ya da şansının yaver gitmeyeceğini düşünüyorsun.Önce evine bir fil biblosu al, sonra fillerle ilgili bir mitoloji yazısı oku.Sonra o bibloya otur bak ve derin derin nefes al ver.Nefes aldıkça düşün.Eğer okuduğunu anladıysan bilginin ve aklın sayesinde her zorluğun altından başarılı bir şekilde çıkacağını zamanla göreceksin.

Hikaye hediyem olsun, açılış yazısı şerefine ;)
Sevgiler...